9 Eylül 2010 Perşembe

9.Sınıf Dersi : Ünite 1-Hücre,Organizma ve Metabolizma

A.CANLILARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ
Çevremizde bulunan varlıklar canlı ve cansız olmak üzere iki gruba ayrılır.Canlıların yaşamasını sağlayan fotosentez, solunum, sindirim, boşaltım ve hareket gibi hayatsal olaylara canlılık özellikleri denir.Ancak bu canlılık özelliklerinden bazıları (fotonsentez vb.) belirli canlılarda bulunur. bulunurken, bazıları bütün canlılarda bulunur.

1.HÜCRELERDEN MEYDANA GELME.
Canlıların yapısını oluşturan en küçük yapı taşına hücre denir.Bazı canlılar tek hücreli, bazı canlılar ise çok hücrelidir.Bakteri, amip, terliksi hayvan tek hücreli canlılara; at, deniz yıldızı, kelebek, zürafa, menekşe, söğüt ağacı ve insan çok hücreli canlılara örnek verilebilir.

2.BÜYÜME VE GELİŞME
Canlıların hücre sayısının ve boyutlarının artmasına büyüme denir.Canlıları oluşturan hücrelerin farklılaşarak bazı görevleri yerine getirmek için olgunlaşmasına ise gelişme denir.Gelişme sürecinde ise canlılar olgunlaşarak yeni yetenekler ve özellikler kazanır.


3.ÇOĞALMA
Her canlı neslini devam ettirmek için belirli bir olgunluğa eriştikten sonra kendine benzer yavrular meydana getirir.Buna çoğalma denir.

4.BESLENME
Her canlı hayatını sürdürmek, hareket etmek, büyümek, çoğalmak, yıpranan kısımlarını onarmak ve gerekli olan enerjiyi sağlamak için beslenmek zorundadır.

5..SOLUNUM
Canlıların ihtiyaç duydukları enerji besinlerde depo edilmiştir.Besinlerde depo edilen bu enerjinin açığa çıkarılması solunum olayı ile gerçekleşir.Bazı canlılar solunum olayında oksijen kullanırken, bazıları kullanmaz.

6.BOŞALTIM
Hücrelerdeki yaşamsal faaliyetler sonucu oluşan zararlı atık maddelerin çeşitli yollarla vücuttan atılmasına boşaltım denir.

7.TEPKİ GÖSTERME
Canlılar çevrelerinde olan değişikliklere tepki gösterirler.Köpeğin ıslık çalındığı sahibinin yanına gelmesi, kedinin tehlike karşısında kaçması, balıkların yem atıldığında su yüzeyine birer birer yaklaşmaları birer tepki gösterme olayıdır.Bitkilerin sonbaharda yapraklarının dökülmesi, havadaki değişime karşı bitkilerin gösterdiği tepkilerdir.

8.HAREKET ETME
Canlıların yer veya yön değiştirmesine hareket denir.Canlıların yer ve yön değiştirerek yaptığı harekete aktif hareket, konum değiştirmeden yaptıkları yönelim, uzanma vb. hareketlere ise pasif hareket denir.Bitkiler ve bazı canlılar pasif hareket yapar.

B.HÜCRE
Canlıların canlılık özelliği gösterenen küçük yapı birimine hücre denir.Hücreler çoğunlukla mikroskopla görülebilmelerine rağmen gözle görülebilecek boyutta da olabilirler.En küçük hücreler üreme hücreleri, bakteriler ve bir hücreli parazitlerdir.Bilinen en uzun hücre ise omurgalılarda bulunan ve boyu 1m kadar olan sinir hücreleridir.Canlıların vücut büyüklüğü arttıkça hücre sayısı da artar.

Hücreler çekirdek yapılarına göre prokaryot hücreler ve ökaryot hücreler olmak üzere iki temel sınıfa ayrılır.


PROKARYOT HÜCRELER:

Belirgin bir zarla çevrili çekirdeği olmayan ve ribozom dışında organeli bulunmayan hücrelere prokaryot hücre denir.Bu hücrelerde çekirdek materyali sitoplazmaya dağılmış olarak bulunur.Bakteriler ve mavi-yeşil algler prokaryot canlılardır.

ÖKARYOT HÜCRELER:

Zarla çevrili belirgin bir çekirdeği ve organelileri olan hücrelere ökaryot hücre adı verilir.Protistler, mantarlar, bitkiler ve hayvanlar ökaryot canlılardır.Ökaryot hücreler; hücre zarı, sitoplazma ve çekirdek olmak üzere üç kısımdan meydana gelir.

Biyoloji Dersi 9.Sınıf Öğretim Programı




Biyoloji Dersi 10.Sınıf Öğretim Programı





Biyoloji Dersi 11.Sınıf Öğretim Programı

Biyoloji Dersi 12.Sınıf Öğretim Programı

Biyolojinin Tarihçesi

Biyoloji ilkeleriyle ilgili bazı bilgilerin Tarihöncesi'nde ortaya çıkmış olduğunu arkeoloji buluntuları ortaya koymuştur. Cilalıtaş Devri'nde, çeşitli insan toplulukları tarımı ve bitkilerin tıp alanında kullanımını geliştirmişler, sözgelimi eski Mısırlılar, bazı otları ilaç olarak ve ölülerin mumyalanmasında kullanmışlardır.

Bununla birlikte bir bilim dalı olarak biyolojinin ilk gelişmeleri, ancak eski Yunan döneminde ortaya çıkmıştır. Tıbbın kurucusu sayılan Hippokrates, tıbbın ayrı bir bölüm olarak gelişmesine büyük katkıda bulunmuşsa da, biyolojinin temel gereçleri olarak gözlem ve çözümlemeyi kurumlaştıran, Eflatun'un öğrencisi Aristoteles'tir. Aristoteles'in özellikle üremeye ilişkin gözlemleri ve bir sınıflandırma sistemiyle ilgili görüşleri önemlidir.

Biyoloji incelemelerinde öncülük daha sonra Roma'ya, ve İskenderiye'ye geçmiş, İ.Ö. II. yy. ile İ.S. II. yy'a kadar incelemeler özelikle tarım ve tıp çevresinde odaklanmıştır. Ortaçağ'daysa, biyoloji incelemesinde islâm bilginleri öne geçmişler ve eski Yunan metinlerinden öğrendikleri bilgileri geliştirerek, özellikle tıp bilimine büyük katkıda bulunmuşlardır.

Rönesans'la birlikte Avrupa'da, özellikle de İtalya, Fransa ve İspanya'da biyoloji araştırmaları hızla gelişmiş, XV. ve XVI. yy'larda Leonardo da Vinci ve Micheangelo, güzel sanatlarda kusursuzluğa erişme çabaları içinde, son derece usta birer anatomi bilgini haline gelmişlerdir. Bu arada, Andreas Vesalius, öğretim gereci olarak ölülerin kesilip incelenmesinden (teşrih) yararlanma uygulamasını başlatmış (Fabrica adlı yapıtının 1543'teki basımında ve 1552'deki ikinci basımında ayrıntılı anatomi çizimlerine yer vermiştir), XVII. yy'da VVİlliam Harvvey insanda dolaşım sistemine ilişkin çalışmalarıyla deneysel yöntemi ve memeliler fizyolojisini başlatmıştır.

Ortaçağ'da Biyoloji

Ortaçağ İslâm Dünyası'ndaki biyoloji araştırmalarını, bitkibilim ve hayvanbilim çerçevesinde değerlendirilecek olunursa, bu alanların daha çok Aristoteles ve Dioscorides gibi Yunan bilginleri tarafından derlenmiş olan bilgi birikimine dayandırılmış olduğunu söylenebilir. Ancak, bu birikime Müslüman araştırmacıların yaşamış oldukları çevreden edindikleri bilgilerle kişisel gözlemleri de eklemek gerekir.

Erken tarihli biyoloji yapıtları, genellikle ansiklopedik bir nitelik taşır. Bunlarda, bitkilerle ve hayvanlarla ilgili yüzeysel gözlemlerin yanı sıra, hikayelere ve hadislere de yer verilmiştir. İncelenen bitkiler, daha çok tıbbî bitkilerdir. Hayvanlara ilişkin açıklamaların ise, özellikle at, deve ve koyun gibi gündelik yaşantıyı doğrudan doğruya etkileyen canlılar üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir.
Bitkibilimle ilgilenenler genellikle doktorlardır; bunlar tedavi sırasında daha çok bitkilerden yapılan ilaçlar kullanılmaktadır. Hayvan türlerinden ve onların yararlarından ve zararlarından söz eden hayvanbilim ise, Aristoteles tarafından kurulmuş ve Ortaçağ İslâm Dünyası'nda özellikle Câhiz ile Demirî'nin yapıtları sayesinde tanınmıştır.

Ancak Müslüman hayvanbilimcilerin, Yunanlıların bilimsel birikiminden yeterince yararlandıklarını ve hayvanbilimi, mesela bir coğrafya veya bir tıp ölçüsünde geliştirdiklerini söylemek olanaklı değildir.

İslâm ülkelerinin zengin bir hayvan örtüsü ile kaplı olduğu, Aristoteles'in Hayvanların Tarihi'nin daha 8. yüzyılın sonlarında Arapça'ya tercüme edildiği ve İslâm Hukuku'nun hayvanlara büyük bir ilgi gösterdiği hesaba katıldığında, Müslüman düşünür ve bilginlerin hayvanbilim alanındaki bilimsel kayıtsızlıklarını anlamak oldukça güçtür.

Yeniçağ'da Biyoloji

Bu dönemde geliştirilen mikroskop aracılığı ile Malpighi, Leewenhook ve Swammerdan gibi bilim adamları, değişik canlı yapılar üzerinde araştırmalar yapmış ve böylece Hücre Kuramı'nın kurulmasını sağlamışlardır. Ayrıca, Willis, Hooke ve Mayow yapmış oldukları çalışmalar sırasında canlı ve cansız yapıların çok küçük parçacıklardan oluştuğunu ve temel yapılarının benzer olması dolayısıyla işlevlerinin de birbirine benzemesi gerektiğini düşünmüşlerdir.

Yakınçağ'da Biyoloji

Bu dönemde doğa bilimlerinden botanik ve zooloji alanlarındaki çalışmalar gelişmiş ve özellikle Darwin'in dedesi Erasmus Darwin ve Lamarck'ın yapmış olduğu araştırmalar sonucunda, yeni bitki ve hayvan türlerinin oluşumunu açıklamaya yönelik Evrim Kuramı'nın temelleri atılmıştır.

Bu dönemde hücrenin yapısı ve işlevlerine ilişkin çalışmalar biyolojiyi büyük ölçüde etkilemiştir. Bunun yanı sıra genetik alanında çok önemli adımlar atılmış ve özellikle son dönemde yapılan araştırmalarla klonlama yöntemine götüren yol açılmıştır. Ayrıca kimyaya dayanan hormon çalışmaları, tarım alanındaki verimi arttırmış ve canlıların kökeni ve evrimiyle ilgili araştırmalar, yeni bilimsel bulgularla güç kazanmıştır.

canlibilimi.com

Biyoloji Biliminin İnsanlığa Katkıları.


Bütün yaşam bilimleri için de tıbbın veya tarımın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülüyordu. Çünkü insan olgunun doğaya donuk ilgisi her şeyden önce yaşamını sürdürmesi sağlayacak şeyler yönetilmişti (yaşam) anlamındaki yunanca bios ve (bilim) anlamındaki logas kelimelerinden üretilen biyoloji terimine ancak 14. yüzyılında bilim dünyasına armağan edildiyse de bu bilim ilgilendiği konular antik çağdan beri gündemdedir.

Aristileos in benimsenmiş olduğu bireşimsel düşünce, canlı varlıklarla ilgili genel bir kuram hazırlamaya yönelikti ama kurumda kesin çözümler bazı yanlışlıklarla bir birine kaynamıştı. Aristileos görüşleri öylesine olumlu bir yankı uyandırdı ki orta çağda da büyük bir saygıyla karşılandı:ama bu aşırı saygı tutum, söz konusu düşünceleri tartışmayacak gerçekleri saydığı için sonuçta biyolojinin gelişmesi engellemiş oldu. İlk çağda dikkati çeken Galenos’un düşüncelerinde, 15. yüzyıl boyunca tartışmadan benimsendi.

Batı dünyasında eski yunan uygarlığının yerine Hıristiyanlık aldığından bireyler hiç eleştirmeden resmi makamların öğretilerini benim sayen ve bütün yeni düşüncelere karşı çıkan bir tutum benimsediler. Böylece roma imparatorluğunun çöküşünden Rönesans ’a kadar bilimsel anlayışta hiçbir önemli gelişme olmadı.ilk büyük bilinçlenme, Rönesans‘daki düşünce devrimiyle ortaya çıktı:ana çizgileriyle (anatomiciler dönemi) diye tanımlıya bilecek bu dönemde 1542 yılında Galenos’un düşüncelerini altüst eden Belçikalı hekim Andre Vesale büyük ün yaptı.insan bedenine bir bakış açısıyla yaklaşan (o döneme kadar kilisenin cesetlerin kesilip incelenmesini yasakladığını belirtmek gerekir) de humini carporis fafabrica adlı atlası büyük tebriklere yol açtı ve çalışmalarını bırakıp, askeri hekim olarak orduya girmesine neden oldu coyüz yapıtındaki,tiziano‘nun öğrencisi olan arkadaşı calcan tarafından yapılmış çizimlerdeki kesinlik, doğa bilimciler günümüzde hala şaşırtmaktadır. Andre Vesalein ardından eski öğretilerin başarısızlığını gözler önüne serer w.harvey 1615yılında kan dolaşımını ortaya koydu.(aynı alanda çalışan öbür bilim adamları, bu buluşa inanmayarak harvey2e bir deli gözüyle baktılar) bu arada bir başka konusundaki alt üst etti: 1580 yılında doğru bulunan mikroskop başlangıçta çok ilkel olmasına karşı ilk kullanıcıları olan Malpighi, Vanleuwen, Haçk gibi bilim adamları çok sayıda buluşlar yapmasına karşın özellikle kan dolaşımı konusunda çeşitli kanıtlar ortaya konulmasına olanak verdi. Hücreleri varlığının bulunması dokulardaki düzenleri çıplak gözle görmediğimiz için o zamana kadar bilinmeyen canlılar dünyasının ortaya konması,dönemin aydınlanması arasından coşkudan çok kaygı uyandır masada bilimde yeni bir cağ başlatacak ilk adım atılması araştırmacılar, sayıları hızla artan buluşları düzenlemeye ve sınıflandırmaya koyulmuşlardır.

İS 2. yüzyılda yaşayan Bergamalı Galenos, insan vücudunun yapısını daha iyi inceleyebilmek için maymunlar ve domuzlar üzerinde çalışmak zorunda kaldı. Çünkü onun yaşadığı çağda kadavraları, yani ölü insan vücudunu kesip parçalamak yasaktı. Gene de bu gözlemlerden vardığı sonuçlar 1000 yıldan daha uzun bir süre biyoloji bilimlerine egemen oldu.

Galenos’tan sonra çok uzun bir süre biyoloji konusunda hemen hiçbir gelişme olmadı ve eski bilginlerin görüşleri hiç tartışmasız doğru kabul edildi. Ancak 16. yüzyılda Belçikalı anatomi bilgini Andreas Vesalius’un kadavralar üzerindeki çalışmaları biyolojide yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Vesalius, 1543’te yayımlanan ve insan vücudunu çizimlerle anlatan ünlü yapıtında, Galenos’un verdiği bilgilerden çoğunun yanlış olduğunu kanıtlamıştı. Eski bilginlerin bütün görüşlerine körü körüne inanmayıp, doğru bilgiye deneyle ulaşmak gerektiğini ortaya koyan bu çalışma çağının bilim anlayışını da derinden etkiledi.

16. yüzyılın sonlarında mikroskobun bulunması biyolojide gerçek bir dönüm noktası sayılır. İtalya’nın kuzeyindeki üniversitelerde botanik, zooloji, anatomi ve fizyolojinin bağımsız birer bilim dalı olarak okutulmaya başladığı o dönem mikroskop sayesinde çok önemli buluşlara tanık oldu. Bitki ve hayvan dokuları böceklerin yapısı mikroskopla incelendi; bakterilerin varlığı keşfedildi. Canlıların en küçük yapısal ve işlevsel birimini tanımlamak için öneriler hücre terimi biyolojinin odak noktası oldu ve 20. yüzyılda moleküler biyolojinin doğuşuna kadar yaşamın bütün sırları hücre biyolojisiyle açıklandı.

Bakterilerin bulunmasından yüzlerce yıl sonra bile, bilim adamları bu çok küçük canlıların çürüyen maddelerin içinde kendiliğinden türediğini düşünüyorlardı. 19. yüzyılın ortalarında Louis Pasteur, bakterilerin yalnız çürüyen maddelerde değil her yerde bulunduğunu, üstelik çürümenin sonucu değil nedeni olduğunu kanıtladı. Ayrıca bazı bakterilerin çeşitli hastalıklara yol açtığını açıklaması biyoloji araştırmalarına yeni bir yön verdi. Böylece biyologlar insan, hayvan ve bitkilerin yalnız sağlıklı yapılarını değil, hastalıklı bölümlerini de mikroskopla incelemeye başladılar. Aynı dönemde kimya ve fizik bilimlerinin gelişmesi de canlıların vücudundaki kimyasal ve fiziksel değişikliklerin incelenmesine yardımcı oldu.

Hayvan ve bitki fosillerinin incelenmesi bir yandan paleontoloji gibi yeni bir biyoloji dalının doğuşuna, bir yandan da başlangıcı Eski Yunan düşünürlerine kadar uzanan evrim düşüncesinin pekişmesine yol açtı. Bulunan fosiller, hayvan ve bitkilerin milyonlarca yıldır çeşitli değişiklikler geçirerek bugüne kadar ulaştığını ve aralarında önemli yapısal farklar olan birçok hayvanın aynı atadan türediğini gösteriyordu. 19. yüzyılın başlarında Fransız bilgin Jean-Baptiste de Lamarck, bu olguyu açıklamak için, çevre koşullarına uyum sağlamak üzere kazanılan yeni özelliklerin kuşaktan kuşağa aktarıldığını öne sürdü. Lamarck’tan 50 yıl kadar sonra da İngiliz doğa bilgini Charles Darwin, evrimin bir “doğal seçme” sürecinin sonucu olduğunu, ancak doğaya en iyi ayak uydurabilen canlıların soyunu sürdürdüğünü açıklayarak evrim kuramını oluşturdu.

Eski Mısır, Mezopotamya ve Çinliler birçok bitki türünü ilaç olarak kullandılar. Bu da onların o dönemlerde biyolojiyle uğraştıklarını göstermektedir. Ayrıca mağara insanları çeşitli canlıların resimlerini mağara duvarlarına çizerek dünyadaki ilk biyoloji eserlerini bırakmış oldular. Deneysel biyolojinin ilk öncüleri yine eski Yunanlılardır. Pliny (İS 23-79) canlılar üzerine gerçek ve düş’ün karışımından oluşan tuhaf ansiklopediler yazmıştır.

Lamarck ve Darwin’in çalışmaları, bilim adamlarının kalıtım ve çevre etkenlerini incelemeye yöneltti. Bir türün bütün ayırt edici özelliklerinin kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını ilk kez 1866’da Avusturyalı keşiş Gregor Mendel bezelyeler üzerinde yaptığı çalışmalarla açıklandı. O zamanlar pek ilgi çekmeyen bu çalışma, kalıtımdan sorumlu olduğu sanılan kromozomların mikroskopla görülmesinden sonra büyük önem kazandı. 20. yüzyılın başlarında, kalıtsal bilgiyi yeni döllere aktaran hücre bileşenlerinin kromozomlar değil genler olduğu kanıtlandı. Daha sonra, hücreye bu kalıtsal bilgiyi nasıl değerlendireceğini ve ne zaman, hangi proteini bireşimleşmesi gerektiğini bildiren DNA’nın (deoksiribo nükleik asit) yapısı açıklandı.

Biyoloji asıl büyük gelişmesini 19. yüzyılda yaptı. Morfoloji, fizyoloji, genetik ve evrim gibi alanlarda yeni araştırmalar düşünce akımları birbirini izledi. Bu çağda Jean Babtiste de Monet Lamarck (1744-1829) ile Charles Darwin (1809-1822) arasında genetik alanında yapılan tartışma biyoloji bilimine büyük katkılar getirdi. Ayrıca biyolojik enzimlerin, vitaminlerin ve hormonların tanımlanmasıyla biyokimyanın ve endokrinolojinin doğması gerçekleşti. 1865’te Mendel’in bezelyeyle yaptığı deneyler Mendel Yasaları’nın doğmasına ve kalıtım (gen faktörlerin yapısı kuşaktan kuşağa geçişi ve kimyası) hakkında bilgileri bilim alanına kattı. Kimya, matematik, fizik dalında eğitim gören 19. yüzyıl bilim adamlarının araştırmaları özellikle Liebig, Berzelius von bayer ve Pasteur gibiler canlı varlıkların işleyişlerindeki mekanizmaları molekül düzeyine indirerek molekül biyoloji için ilk adımları attılar. 1903’e kadar Mendel’in bulgularından yeteri kadar haberdar olunmaması Cornes, de Vires, Eric von Seysenegh Tschermach’ın (1871-1962) da birbirlerinden habersizce bu alanda çalışma yapmaları sonucunu doğurdu. Daha sonraları Sutton ve Thomas Hunt Morgan’ın (1866-1945) kromozomları keşfi biyolojiye büyük atılımlar yaptırdı. 20. yüzyılda canlının molekülleri insanın bilgi alanına girdi ve moleküler biyoloji denen bir bilim dalının domasına yol açtı. Moleküler biyolojiden yararlanarak özellikle Watson ve Crick’in 1953’te DNA’nın sırlarını çözmesi yüzyılımızın en büyük olaylarından biri oldu. Bu buluşla tüm biyoloji olaylarının temel noktalarını açıklayabilme olanağı doğdu. 1970’lerde genlerin kimyasal yapıları hakkında ayrıntılı bilgiler elde edilmesi giderek bir Gen Mühendisliği alanının doğmasına yol açtı. Günümüzde elektron mikroskoplarının bulunarak geliştirilebilmesi molekül düzeyinde maddenin oluşum ve değişimlerinin duyarlı yöntemlerle saptanabilmesi biyolojiye büyük katkılar sağlamıştır. 1980’lerde başlayan çalışmalarda artık bir canlının genini alıp bir başka canlıya aktarmak olası hale geldi.

Biyoloji bilimlerindeki gelişmeler tıp, eczacılık, veterinerlik ve tarım alanında yeni olanaklar getirdi. Ve ilerlemesini sağladı. Ancak binlerce canlının yapısı, işlevi, evrimi, gelişmesi ve çevresiyle ilişkilerini inceleyen biyoloji bir tek bilim dalı olarak ele alınamayacağı için biyoloji bilimleri bir çok bölüm ve bilim dallarına ayrılmıştır. Kısaca insanlar doğada var oluşlarından başlayarak yaşamlarını sürdürebilmek için canlılarla ilgilenmişlerdir ve bu da biyolojinin ve alt bilim dallarının geleceğini oluşturmuştur.

Biyoloji'deki Son Gelişmeler.


Biyolojik çeşitlilik Dünya üzerinde yaşamın sürdürülmesine olanak tanıyan sağlıklı ve dengeli bir küresel ortamın temelini oluşturur. Bir biyolojik gelişme, biyolojinin tüm çeşitliliğini içerisinde bulundurur. Bu gelişmeler aşağıda ana başlıkları ile anlatılmaktadır.

EVCİLLEŞTİRME SÜRECİ, KÖPEĞİ İNSANLAŞTIRDI

Köpek, insana şempanzeden daha benziyor. Bilim adamları köpeğin ilk olarak hangi tarihte ve nerede evcilleştiğini tartışa dursun, son araştırmalar köpeğin iyice insanlaştığı gösterdi. Evcilleşen köpek artık doğuştan mesajları kullanma yetisini geliştirdi. İnsanoğlu yalnızca kendi davranışlarını kavrayan saldırgan olmayan ve sadık türleri evcilleştirerek köpekler arasında doğal ayıklama gerçekleştirdi. Giderek bakıcılık görevi bile üstlenen köpek, sahibinin kan şekeri düştüğünde onu daha dikkatli izliyor ve hasta düzelene kadar yanından ayrılmıyor. 39 kromozom çiftine sahip köpeğin hızlı üreme yetisi sayesinde insanoğlu köpeği çok kısa süre içinde istediği gibi yetiştirebilmişti. Köpeğin insanla yakınlaşması evrim açısından büyük bir başarıyla sonuçlanmıştır. Köpeklerin neden bu şekilde davrandıkları bilimsel açıdan henüz kesin olarak kanıtlanmamışsa da bilim adamları düşük kan seviyesi sırasında salgılanan tipik ter kokusunun köpekler tarafından algılandığını tahmin ediyorlar.

İNSAN ASLINDA BİR BUKALEMUN MU?

Bazı insanların koyu kazı insanlarınsa açık rengine sahip olmasının sırrı nihayet çözüldü. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanların deri renkleri güneşin ultraviyole ışınlarının soğurulması ve yansıtılması arasında çok hassas bir dengeye göre ayarlanan hayati bir mekanizma var. Deri rengi biyolojik bir gereksinim. Kuzey ülkelerinde yaşayan insanlar sarışın, çünkü sarı saçlar daha fazla ışığın kafatasından içeri girmesini sağlıyor. Ekvatora doğru inildikçe deri rengi koyulaşıyor, çünkü siyah saç ve ten güneş ışığının gereğinden fazla bedenimize girmesini engelliyor. Ten rengi bedenimizde hayati bir madde olan folik asitin yıkılmasını önlemek için koyulaştı. Folik asit bedenimizde sağlam kalarak gelişmekte olan Embriyo sinirlerinin gelişmesinde çok önemli rol oynar. Hem biyolojik olarak yaşamsal hem de UV’ye karşı duyarlı. Bir diğer önemli madde olan Melanin, UV ışığını soğurur ve yayar. Deriyi renklendiren pigmentler ile UV arasında bir bağlantı var. Melanin güneş yanığından korumanın yanı sıra folik asitin bozulmasını da önlüyor.

BEBEK OLUŞUMUNUN BÜTÜN SIRLARI AYDINLANDI

Bilim adamları bir bebeğin büyümesini gün ve gün izleyerek bütün gelişme aşamalarını saptadı ve Embriyonun gelişiminde bilinmeyen sırları da ortaya çıkardı. İşte ilk 9 ay hakkında yeni öğrenilen bilgiler. Bebek ana gelişimini ilk üç ay içinde tamamlıyor. Kalp,akciğer ve beyin gibi hayati organların oluşumunu tamamlıyor. İnsan dahil bütün canlıların oluşumunda aynı biyolojik tornavidalar, alet-edevatlar kullanılıyor. Bebeğin sağlığı can alıcı noktalar annenin aldığı hava, içtiği su, aldığı ilaçlar, yediği yemeğin kalitesi, taşıdığı hastalıklar ve geçirdiği zorluklar. Ayrıca çevredeki zehirleyici maddeler. Bütün bunlar bebeğin hastalıklardan arınmış olması için çok önemlidir. Hamileliğin dördüncü günü İlk göze çarpan değişim hamileliğin dördüncü gününde gerçekleşir. Morula adlı 32 hücreli bir parça içi sıvıyla dolu bir çekirdek etrafına birbirinden farklı iki tabakanın oluşmasını sağlar. Blastosist denilen bu küre kütle rahminin duvarına yuva yapar kısa bir süre sonraysa hücrelerin dış tabakası plasenta ve amniyon kesesine dönüşürken iç tabakada Embriyoyu oluşturur. 1. Hafta: Döllenmeden birkaç saat sonra oluşan zigot bir yaşam boyu sürecek olan hücre bölünmelerinin ilkine başlar. Bir hafta sonra hücrelerden oluşan bir küme, kendini rahim duvarına bağlar.
23. Gün: İlk gelişen, kendi üzerinde katlanarak Embriyonun sırtında bir tüp oluşturan sinir sistemi olur.
32. Gün: Gelincikten daha büyük olmayan Embriyodan kalp, gözler ve kas damarları oluşur. Beyin, hücrelerin dizildiği oyuklardan oluşan bir labirenti andırırken gelişen kollar ve bacaklar yüzgeçlere benzer.
40. Gün: Bu dönemde Embriyo; bir fiil, domuz veya tavuk Embriyolarından farklı gözükmez hepsinde kuyruk, sarı kese ve temel solunum organları bulunur.
42. Gün: Embriyo artık koku duyusunu geliştirmeye başlar eller birbirinden kaba şekilde ayrılmış parmaklar belirginleşir.

Boyutları
Embriyo,ilk 3 aylık dönemde hızla gelişir.
12. Haftayla birlikte minyatür boyutlarda da olsa bir çok vücut sistemi bulunur.
52. Gün: Üzüm tanesinden çok büyük olmayan fetüs, artık burun deliklerine ve pigment leşmiş gözlere sahiptir. Gelecek 4 ay boyunca göre sinirleri oluşacağından fetüs, görme duyusunu kullanamayacaktır.
54. Gün: 2 ay sonunda yapılmasının büyük bir kısmını tamamlamıştır. Fetüsün tüm organları yerlerini almış gelişmeyi beklemeye başlar. Beyin hala herhangi bir bilişsel fonksiyona sahip olmayan hücre topluluklarından ibaret olan beyin, yeni oluşan kafatası içinde yer alır.
Kalp: Fetal kalp bir yetişkin kalbin yalnızca %20 si oranında kan pompalasa da, kapakçıklara, 4 farklı odacığa ve şanta sahiptir.
Mide: Annenin besin zengini kanı sayesinde mide doğumdan önce sindirim gerçekleştiremez.
Göbek bağı: Başlangıçta bir saç teli boyutlarında olan göbek bağı Embriyoyu annenin plasentasına bağlamak için genişler ve gelişen bağırsakları içine alır.
Yemek borusu: 4 hafta sonunda boru, nefes alma organlarından ayrılır ve sonunda da ağzı mideye bağlar.
Böbrekler: artık böbrekler maddeleri kandan ayırmaya başlar 4. Haftadan itibaren tomurcuklanmaya başlayan akciğerler, ufak tüplere dallanmaya doğumdan sonra bile devam eder.
Omurlar: bir kolyedeki inciler gibi omurgaya ait bu bölümler, daha sonra beyni vücudun geri kalan kısmına bağlayacak olan sinirlerle birbirlerine bağlanırlar.
Karaciğer: doğuma kadar kırmızı ve beyaz kan hücreleri pompalayan karaciğer doğumla birlikte gerçek işlevine kavuşur.
84. Gün: hala plasenta içinde korunan fetüste küçük bir göğüs kafesi ve gözler ve kulaklar bulunur. Fetüs artık parmaklarını bile emmeye başlar.
7. Ay: İçeride ve dışarıda gelişim neredeyse tamamlanmıştır. Tırnaklar görünür ve beyin vücut sıcaklığını, ritmik solunumu ve böbreklere ait gerilmeleri kontrol etmeye başlar.
8 Ay: Depolanmış olan yağ, fetüsü dış ortamdan ayırır ve enerji kaynağı görevi görür. Giderek azalan alan, fetüsün ellerini ve ayaklarını gövdesine doğru çekmesine neden olur.
9 Ay: Bebek artık, spiral CT tarayıcısına sokulan annenin doğum kanalından çıkarılır.

ÇOCUĞUNUZ KIZ MI OLSUN ERKEK Mİ?

Bebeğin cinsiyetini anne mi yoksa baba mı belirliyor? Bilim adamları hangi koşulların çocuğun cinsiyetinde baskın rol oynadığı konusunda çeşitli teoriler ortaya attı. Birçoğumuz çocukların cinsiyetinin şans işi olduğunu düşünürüz. Kız veya erkek mi olacağı eşit olasılıklarla karar verilen rastlantısal bir işlemdir. Bilim adamları ise doğanın, sadece yazı tura atmadığına inanıyor. Bilim adamlarını buna inanmaya iten birçok olay var.
• Araştırma sonuçları, doğan erkek sayısının kadınlardan biraz daha fazla olduğunu gösteriyor.
• Her 100 kıza karşılık 106 erkek
Bunun yanında daha ilginç bulgularda söz konusu.
• Başkanlar ve lordlar gibi yüksek konumdaki erkeklerin erkek.
• Dalgıç test pilotları ve marangozlarınsa kız çocuğa sahip olma eğilimleri daha fazla.
• Mevsim normallerinin üzerindeki sıcaklarda daha fazla erkek dünyaya geliyor.
• Yaşlı erkeklerin ve baskın altındakilerin kızları oluyor.
• Her savaş döneminde ve sonrasında ise etrafta düzinelerce erkek çocuk dolaşıyor.
Tüm bu sonuçlar; erkeklerin bazı durumlarda erkek çocuk sahibi olama olasılıklarının daha fazla olduğunu gösteriyor. Bu yıl yapılan araştırma ise günde 20 den fazla sigara içen ebeveynlerin oğul sahibi olma olasılıklarının %45, hiç sigara içmeyenlerin ise %45 olduğunu belirlediler. Bilim adamları; ebeveynler farkında olmadan çocuklarının cinsiyetini belirleyebilir mi? Sorusu hala yanıtını arıyor.

ZEKADA BALIK TEORİSİ

Aklımızı deniz kenarında bulmuşuz! Bilim adamları insanoğlu zekasının gizini buldu: balık, şempanze beyinli atalarımız ıstakoz, midye, karides ve diğer deniz ürünlerini tercih etmelerinden ötürü, şimdi dünyayı yöneten akıllı yaratıklara dönüşebildik. Bu şaşırtıcı fikir, sinir bilimcilerini, beslenme uzmanlarının , antropologların ve arkeologların katıldığı “insanın ileri zekasının kökenleri” konulu bir konferansta dile getirildi.Toronto üniversitesinden prof. Stehen Cunnane, “İnsan beynindeki evrimin gerçek nedeni, deniz ürünleriyle beslenmesidir” diyor. Bu “Balık teorisi”, balık ve balık ürünleri tüketmenin günümüz hastalıklarının tedavisine yardımcı olduğunu, öne süren çalışmalarda evrimsel destek sağlıyor.

GÜNEŞ IŞIĞI GİZLİ BİR KANSER ÖNLEYİCİSİ Mİ?

Bildiğimiz ve bilimin sıkça önümüze koyduğu bir gerçek: Aşırı güneş ışınları cilt kanserine yol açıyor. Ama şimdi yeni ve aykırı bir keşfin daha kapısı aralanıyor: Güneş ışığı aslında diğer kanserlere karşı koruyucu özellik taşıyor. D vitamini çeşitli kanserlerin riskini azaltıyor mu? Bu aslında yeni fikir değil 22 yıl önce , iki salgın hastalıklar araştırmacısı ( epidemiyolog ) güneş ışılarına maruz kalan cildin ürettiği D vitamini, bir şekilde kötü huylu hücrelerin büyümesini engellediği görüşünü orta atmıştır. Bu görüşlerini çeşitli bulgu ve bilgilerle destekledi. Örneğin: kutuplara daha yakın ve az güneş alan bölgelerde yaşayan insanlar daha az miktarda D vitamini ürettikleri için tümörlere karşı daha açık ve hassas olabiliyorlar. D vitamini ve güneş ışığı eksikliğinin kansere neden olduğu hipotezi tartışmalı ve kesin kanıtlanmamış olmasına rağmen, bazı araştırmacılar D vitamini kansere karşı olası çare olarak inceliyor.

YAPAY KAS GELİŞTİRİLDİ

Japon araştırmacılar gerçek kas bileşkelerinden yapay kas geliştirdiler. Kabuklu deniz ürünlerinin kaslarından iki proteini alan araştırmacılar bunları iki farklı jel yığınına dönüştürdüler. Araştırmacılar yeniden oluşturulan kasın yapay kol ve bacaklarda kullanılabileceğine, bedenin bağışıklık sisteminin insan kasından oluşturulan protezleri kabul edebileceğine dikkat çekiyorlar.

BİYOLOJİK RİTMİ RETİNA BELİRLİYOR

Organizmamız gözdeki hücreler sayesinde günlük tempoya ayak uydurabiliyor. Bu duyarlılığın kökeniyle ilgili önemli bilgiler elde edildi Işığa duyarlı ve biyolojik ritimlerimizi doğrudan etkileyebilecek yeni bir hücre sınıfı belirlendi. Görme hücrelerinde bağımsız olacak bu hücreler, beynin biyolojik saatine ışık bilgisi gönderilmesinde temel aracı olarak görülen pigment niteliğindeki melanopsini üretiyor. Retinada ilk kez gözlenen bu sinir hücreleri gündüz-gece değişimi hakkında organizmayı uyarıyor

NEDEN BAZILARIMIZ DAHA FAZLA YİYOR?

Bilim adamları metabolizmayı ve iştahı düzenleyen 250 gen ve en az 40 nörokimyasal madde belirledi. Ancak sosyal çevrede en az biyolojik belirleyiciler kadar güçlü. Bilim adamları, bu acımasızca hastalığı inceleyerek iştahın karmaşık biyolojisini anlayabilir. Araştırmacılar bu hastalığa bağlı genetik anormalliklerin iştahı tam olarak nasıl ateşlediği belirlemeye çalışıyor. Bu başarılırsa 20 bin Amerikalı tedavi edilmekle kakmayacak aynı zamanda neden bazılarımız diğerlerinden daha fazla yediği de anlaşılacak.

ÜLKEMİZDE 146 KUŞ TÜRÜ YOK OLMA TEHDİDİ ALTINDA

9 bin kuştan 426’ sı ( %4,7) Anadolu’da yaşıyor. İnsanlığın ortak hazinesi ve mirası olarak korumakla görevli olduğumuz bu kuşlardan 146 türü dünya çapında tehlike altında. Bunların nüfusları ülkemizde de tehlike altında. Tepeli pelikan, küçük karabatak, yaz ördeği, pas baş, dikkuyruk, kara akbaba, şah kartal, küçük kerkenez, huş tavuğu, toy ve boz kiraz kuşu, ülkemizde ürüyebilen ender türlerden. Türkiye’de uluslar arası karakterde 100’den fazla önemli kuş alanı var ve bu sayı Türkiye’yi dünyanın önemli kuş ülkelerinden biri kılıyor. Soyu tehlike türlerden; küçük sakarca kazı, sibirya kazı, ak kuyruklu kartal bozkır delicesi, büyük orman kartalı, bıldırcın, kara kanatlı bataklık kırlangıcı, sürmeli kız kuşu büyük su çulluğu gibi kuşlar sadece bunlardan bazıları dır. Türkiye’de pek çok kuş türü çeşitli tehlikelerle karşı karşıya bulunduğuna hiç şüphe yoktur. Bu tehlikelerden bazıları;
• Çeşitli nedenlerle insanlar tarafından izlenme ve yoğun av baskısı,
• Turizm gelişmesi sonucunda kuşların doğal yaşam alanlarının daraltması,
• Bitki koruma ilaçları ile evrensel ve sanayi artıklarının çevreye verdiği zarar,
• Kuluçka, beslenme, geceleme, dinlenme veya kışlama alanlarının tahrip edilmesi
• Sulak alanların kurutulması,
• Tarımın yoğunlaşması,
• Ormanların, meraların . çayırların yok edilmesi,
• Yüksek gerim hattı ile yol yapımı veya trafiğin verdiği zarar,
• Yoğun ve bölgesel sanayileşme ile belli bölgelerdeki canlı varlıkların yok oluşu.
Kuşların, biyolojik bir varlık olarak en az insanlar kadar yaşama hakkı ve her türün biyolojik denge içinde önemli yeri ve görevi vardır.

BOŞANMA VE AYRILIKLARIN SUÇLUSU BULUNDU: HORMONLARIMIZ

Uzmanlar evliliklerin başarılı olması ya da başarısızlığa uğramasının biyolojik ve psikolojik nedenlerini araştırdı. Bu araştırmanın sonuçlarında da tartışmanın ardından yükselen hormon oranlarının başında çok önemli bir rol oynadığını belirlediler. Bu hormonlar ise stresle bağlantılı olanlardır. Gözlemler, stres yaratan bir olaya yanıt olarak beyindeki hipofizin ACTH adlı bir hormonu serbest bıraktığını bununda böbrek üstü bezleri aracılığıyla kortizol salgıladığını ortaya koydu.

İNSAN OLMA TARİHİNDE YENİ BİR SAV

Yeni bir araştırmaya göre konuşmamızı sağlayan dil genine olsa olsa 200 bin yıldır sahibiz. Şimdi ‘Dil geni’ olarak nitelendirdiğimiz genin değişimine (mutasyon) uğramasıyla konuşma yetisi kazandık. Bu mutasyonla birlikte çağdaş insan tüm dünyaya yayıldı. İri maymunlar ise dil genlerinde ‘vida ve somunlardan’ yoksun oldukları için bizler gibi konuşamıyorlar.

YAPAY SİNİR HÜCRELERİNE MERHABA

Amerikalı nörobiyolog Theodor Berger hastalıklı beyin hücrelerinin görevini yerine getirebilecek protezler üzerinde çalışılıyor. Bu önemli gelişmedeki anahtar rolü tıpkı sinir hücreleri gibi davranan ‘yapay beyin hücresi’ elektronik çipler üstleniyor. Beyinle ilişki kurarak öğrenen çipler sağırların duymasını sağlayacak, felçlilere hareket olanağı verilecek.

İNSAN GELİŞİMİNDEKİ EN ÖNEMLİ ETKEN BESLENME

İnsan olmamız ve bugüne ulaşmamızı , beslenmenin yüzyıllar içinde değişimi sağladı. Ancak bugünkü sağlık sorunlarımızın kaynağında da beslenme biçimimiz var. Çünkü aldığımız kadar enerjiyi harcayamıyoruz. Enerji alımı ve tüketimi arasındaki dengesizlik, hastalıkların kaynağı. Atalarımızın besinlerden aldığı enerjiyi ve beslenmenin kalitesini artırmaya yönelik gelişmeleri insanlığın en çok evrim geçirmesinde ve diğer primatlardan ayrılmasında ana özelliklerinden biri olmuştur. İki ayak üzerinde yürümemiz ve beyinlerimizin büyüklüğü bizi diğer insanlardan hızla ayırdı. Beyinlerimizin bir enerji oburu, dinlenirken yetişkin bir insanın beyni, vücut enerjisinin %20 ile %25’ini alır. Bu oran insan olmayan primatlarda %8 ile %10’dur.

HASTALIKTAN ARINMIŞ İLK BEBEK DOĞDU

Erken yaşta Alzheimera yakalanan anneye Alzheimer’den arınmış bebek doğurtuldu. Annenin Alzheimerli yumurtası çöpe atılarak sağlıklı yumurta döllendirildi. Böylece yeni bir tartışma başladı. Uzmanlar artık yumurtalarda Alzheimer hastalığına neden olan hatalı genleri belirleyebiliyorlar. Böylece hastalığı taşıyan annelerin çocuklarına hastalıklı genleri aktarması engelleniyor.

O HALA YAŞIYORDU DOLLY 6 YAŞINDA VE ŞİMDİ DONDURULDU



Dolly’nin doğumuyla beklenmedik bir sürpriz yaşanmıştı. İnsanlık 6 yıl önce bugüne kadar alışık olduğumuz doğal bir doğum değildi. Gerçekleşen alıştığımız sperm ile yumurtanın döllenmesi sonucu her doğanın tamamen farklı özelliklere sahip olmasıydı. Ancak bu defa var olan bir canlının genetik ve biyolojik olarak “tıpkı benzerleri yaratılmıştı” buna “klonlama” dendi veya Türkçesiyle “kopyalama” işte dünyanın ilk kopya canlısı 6 yıldır yaşıyor. Bazı sorunlar olsa bile. Dolly ile birlikte insan kopyalamanın da kapısı aralandı. Ancak bu fikirden ve gelişmeden insanlık korktu. Kopya insanlar belki de bu korku nedeniyle henüz ortada yok. Dolly’yi yaratan “büyük deney” belki henüz kopya insanı yaratamadı ama onlarca yeni kapı açtı. Bilim adamları Dolly’yi şimdi dondurdu çünkü ciğerlerinde meydana gelen rahatsızlıktan dolayı öldüğü sanılan fakat dondurulmuş olduğu bilinmektedir.

ZEKAYI KADINLARA BORÇLUYUZ

İnsan zekasında kadın parmağı ortaya çıktı. Erkeklerin pek hoşuna gitmese de insan soyunun zeki olmasında kadınların önemli payı var. Eski çağlarda dişi soydaşlarımız eş seçiminde güçlü kuvvetli ve pazılı erkekler yerine, zeka kıvılcımları ile parıldayan gözleri tercih edince insanoğlunun zekası gelişti. Ne kadar akıllıca! Özellikle de erkekler, bu tavırlarından ötürü kadınlara çok şey borçlu. Çünkü, eski kadınlar göz kamaştıran kaslara vurulmuş olsalardı günümüzde erkekler bu özellikleriyle şimdi Afrika da ki goril ve şempanzelerle boy ölçüyor olacaklardı.

SAKAT DOĞUM ARTIŞI, YOK OLUŞUN İŞARETLERİ

Yeni bir teori kanıtlandı. Bir tür (canlı) yok olamaya ne kadar yakınsa, o türdeki asimetrik canlıların sayısı o derece de artıyor. Yani çarpık ya da sakat bacaklılar hızla çoğalıyor. Daha kısa kanat, sakat bacaklar hayatlarının kısalığı ve yok olma tehlikesinin belirtileri. Böylece tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan türler bu yöntemlerle hızla belirlenecek.

UZAYDA GALİBA HAYAT VAR

Bilim insanların yıllardır sordukları Dünyaya uzaydan mikrop mu yağıyor ? yaşamın ilk tohumları kuyruklu yıldızlardan mı atıldı? Uzayda hayat var mı? Biçimindeki sorulara artık rahatça evet olabilir yanıtı veriliyor. Uzaya gönderilen bazı bakteriler, uzay soğuğunda günlerce canlı kalabildiler. Son araştırmalar bakteri sporlarının uzayda binlerce yıl yaşayabildiklerini gösteriyor ve yaşamı başlatan temel taşlar, çok zor koşullar altında bile kendiliğinden gelişiyor. Uzay bakterileri ve bunların dünyamıza saldırıları, şimdiye dek sadece felaket filmlerinde görülüyordu. Ancak bilim adamlarına göre, artık uzaydan gelebilecek bir salgını hayal olmaktan çıktı.

YAŞAMIN TADI

“Yaşamın tatlı ve acı duygularını”, dilimizdeki tat hücrelerine girip çıkan bir çift proteine borçluyuz. Bu tat algılayıcılarını ortaya çıkaran buluşun, besinlerin tatları üzerinde kontrolümüzü güçlendirmesi bekleniyor. Araştırmacılar ayrıca beslenme biçimi konusundaki seçimlerin genetik temellerini de bu yolla aydınlatabilmeyi umuyorlar. Biyologlara göre bazı insanlar, bünyemize uygun bir beslenme için anahtar olmak üzere bir tat duyusu oluşturduk. “Tatlı şeker anlamına geliyor ve bu da enerjiyi sağlıyordu; demek ki iyi bir şeydi. Buna karşılık aşırı acı, zehir demekti ve kötüydü.” İlk araştırmacı da, tat algılayıcıları saptayabilmek için, dilimizdeki tat tepeciklerinde var olan ancak dilin bunları çevreleyen bölgelerinde bulunmayan RNA’ları aramaya başladılar. Sonunda tat algılama işlevi için gerekli donanıma sahip görünen ve TR1 diye adlandırdıkları bir protein üreten bir gen bulmayı başardılar. Sonuç olarak yiyeceklerin içindeki acı tadı yok etmek için kullanılan, tuz şeker ve yağa veda edilebilir. Artık tek bir madde ile yiyecek ve ilaçlardaki acılık giderilebilecek.

GERİ DÖNÜŞÜMLÜ BİYOLOJİK KUMAŞ

Amerikan Cargill Dow ve Unifi firması yüze yüz doğal olan bir biyoteknoloji dokuması üretti. “Ingeo” olarak adlandırılan kumaş türü, hammaddesi tahıla dayanan bir plastikten elde ediliyor. Üretici firmalara göre Ingeo doğal dokumaların tüm olumlu yönleri ile birlikte sentetik ipliklerin kalitesine de sahip ve kullanım alanları giyimden, mefruşat ve otomobil sanayine kadar uzanmakta. Ingeo üretiminde tahıllarda fotosentez sırasında açığa çıkan karbondan yararlanılmakta. Karbon ise mesela mısırda nişasta olarak depolanıyor ve doğal şekere dönüştürülebilmekte. Basit yalıtım ve fermantasyon yöntemi sayesinde ise doğal şeker ayrıştırılarak polimer üretiminde kullanılmakta.

DÜNYANIN EN KÜÇÜK BİYOLOJİK BİLGİSAYAR MODELİ

Araştırmacılar tarafından geliştirilen biyolojik bilgisayar; DNA ile işlediği gibi enerji ihtiyacını da aynı kaynaktan karşılıyor. DNA bilgisayarların öncüleri enerji kaynağı olarak ATP molekülünden yaralanıyordu. DNA molekülleri ve enzimlerinden oluşan bir bilgisayar üretmişti. Ancak yeni modelde, kalıtım, veri girişini işlediği gibi işlemcinin enerji ihtiyacını da karşılamakta. Ayrı ayrı DNA molekülleri her işlem adımında birbirine uygun olarak input ve yazılım molekülü olarak ikişer iki şer birleşiyorlar. Bili adamlarının açıklamalarına göre biyolojik bilgisayar işlemleri buna rağmen %99.9’luk doğruluk payıyla tamamlamakta. DNA bilgisayarları o kadar küçük ki aynı anda 3 bilyon bilgisayarı yalnızca bir mikrolitre sıvıya yerleştirmek mümkün. 3 bilyon bilgisayarın ise bir saniyede 66 milyar işlem yapacak kapasitede olduğu bildirildi.

HERKESİN YAŞAM TANIMI FARKLI

“YAŞAYAN” la “yaşam”ı karıştırmamak gerekiyor. Biyoloji yaşayan varlık özerk bir biçimde üreyebilip evrim geçirebilen bütün tanımıyla yetinse de, “yaşam” farklı şekillerde tanımlanan, bilimsel olmaktan çok felsefi bir kavram. Dünya üzerinde yaşamın ortaya çıkışıyla ilgili bir teori, canlının proteinlerini oluşturan aminoasitlerin meteor yağmuruyla uzaydan dünyaya taşındığını varsayıyorlar. Araştırmacılar da kısa bir süre önce, yıldızlar arası boşluktaki koşullara benzer bir ortamda aminoasitler oluşabildiler.

ŞARBON AŞISI ISPANAKLA İYİLEŞTİRİLECEK

AMERİKAN Mikrobiyoloji Birliğinin biyolojik silahlar konferansında konuşan bilim adamları, ıspanağın içinde bulunan bir maddeyle şarbon aşısının daha etkili kılınabileceğini bildirdiler. Önemli yan etkileri bulunan halihazırdaki şarbon aşısı Amerika’da sadece askerlere uygulanmakta. Oysa Amerika’da günden güne büyüyen biyolojik silah korkusu daha etkili bir şarbon aşısı ihtiyacını doğurdu. Halen üretilmekte olan şarbon aşısında kullanılan, etkisi azaltılmış şarbon virüsü kas ağrıları, ateş ve baş ağrısı gibi rahatsızlıklara sebep veriyor. Thomas-Jefferson Üniversitesi’nden Alexander Karasev, şimdi ıspanak içerikli yeni bir aşı türü geliştirdi.

DİĞER ÖNEMLİ GELİŞMELER

Paleontoloji :
1.
90 Santim boyunda kolları, ayakları ve kuyruğu tüylerle kaplı modern kuşlara benzer bir dinazor fosili bulundu.
2. 56 Milyon yaşında olduğu tahmin edilen en yaşlı primatların iskeleti bulundu.
3. Nijer’de 110 milyon yaşında 60 santim boyundaki bir timsaha ait olduğu sanılan bir kafatası bulundu.

Uzay Biyolojisi :
1.
Kara maddenin içinde görülmeyen galaksiler keşfedildi.
2. Kömür gibi kara kuyruklu yıldız bulundu.
3. Evrenin renginin pembemsi bej olduğu anlaşıldı. Ancak bu tonun yıldızlarla yaşlanıp öldükçe kırmızıya dönüşebileceği ileri sürülüyor.
4. Güneş sistemi süper nova kırla dolu bölgelerde geçerken dünyanın yeni bir buz çağına girebileceğini söylüyor.
5. Dünyanın orta kısımlarından kilo aldığı tespit edildi. Bunun nedeni 1998 yılından sonra kütle çekimi alanının kutuplarda zayıflaması, ekvator bölgesinde kuvvetlenmesidir.
6. Kara deliklerin varlığı somut verilerle kanıtlandı.

Embriyoloji :
1.
Çocukların suçiçeği hastalığına karşı aşılanmaları yetişkin evrelerinde zonaya yakalanma olasılığını arttırılıyor.
2. Erken yaşta ortaya çıkan alzheimer hastalığının geni tespit edildi. Bu geni taşıyanlara uygulanan bir teknik ile DNA’ları bu genden arındırılıyor. Bu uygulama, hastalıklı genlerden arındırma konusunun tıp etiği açısından yeniden tartışmaya açılmasına neden oldu.
3. Yumurtalık kanserine yakalanan kadınlara sağlıklı çocuk sahibi olma yolu açıldı. Kanser tedavisine başlamadan alınıp dondurulan yumurtalık, hasta iyileştikten sonra yeniden nakil yapılabilecek. Fareler üzerinde denen teknik başarılı sonuç verdi.
4. Yaygın olarak kullanılan ağrı kesiciler, kırık kemiklerin kaynamasını geciktiriyor ya da engelliyor.
5. Tüp bebek uygulaması doğan bebekler açısından sanıldığından daha riskli olabilir.

Çevre (Ekoloji) :
1.
Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan türlerin sayısı artıyor.
2. Tatlı suları bir takım kimyasal maddeleri tespit eden yeni yöntemler geliştirildi.
3. Balinaların neslinin giderek tükendiği kesinleşti.

Genetik :
1.
Nükleer santrallerden veya bomba denemelerinden yayılan yüksek radyasyon DNA’yı nesiller boyu etkileyebiliyor.
2. Çocuk felci virüsünün sıfırdan üretilebileceği kesinleşti. Bu keşif biyoterör endişelerini körüklüyor.

ULUSAL BİYOLOJİ KONGRESİ BİLDİRGESİ

XVI. Ulusal Biyoloji Kongresi’nde şu görüşler kamuya açıklandı:
1.
Avrupa birliği uyum sürecinde biyolojik araştırmaların planlanması, desteklenmesi ve yürütülmesi aşamalarında üniversitelerimiz biyoloji bölümleri akademik programların Avrupa Birliği ülkelerindeki üniversitelerde okutulan programlar ile AB akreditasyon standartlarına uygun hale gelmeli.
2. Biyologların iş hayatındaki yetki ve sorumlulukları en kısa sürede belirlenmeli ve ‘Türkiye Biyologlar Birliği Yasası’ çıkartılmalı.
3. Biyoloji bölümünden mezun olan biyologlar eğitim sertifikaları almaları koşulu ile öğretmenlik yapabilmeli.
4. ‘Ulusal Doğa Tarihi Müzesi ve Botanik Bahçesi’ acilen kurulmalı.
5. Biyologların mağduriyetlerinin giderilmesi için biyoloji alanındaki doçentlik bilim dalları yeniden düzenlenmeli.

canlibilimi.com

Biyoloji'nin Önemi ve Geleceği.


İnsan biyokültürel ve sosyal bir varlıktır. Bu nedenle insanın başlıca gereksinimi iki grupta toplanabilir.

1. Fizyolojik Gereksinimler: Vücudun büyümesi ve dokuların onarımı için beslenme, barınma, korunma, üreme ve dinlenme gibi durumlardır.
2. Sosyal ve Psikolojik Gereksinimler: Sevme, sevilme, üstün olma, yaşama güvencesine sahip olma, toplumda bir yer (statü) edinme gibi durumlardır.
Fizyolojik gereksinimler, insanın bir canlı olarak sağlıklı yaşamasını; sosyal ve psikolojik gereksinimleriyle toplumda rahat ve başarılı olmasını sağlamaya yöneliktir.

Bilimsel ve Teknolojik gereksinimler;
* Temizlik için kullanılan deterjanların pahalı ve zararlı etkiye sahip olması.
* elektronik endüstrisinde temizlik için kullanılan HCl'nin zararlı etkisi,
(-Yüksek enerjili lazer kullanılması çevreye zarar vermekten koruyor)

Biyolojinin Önemi
İnsan gereksinimlerini karşılamakta kullandığı bilgi ve becerileri elde etmek için çevreye başvurmak yerine, eğitim köprüsünden yararlanarak istediği bilime ulaşır. Fizik, kimya, biyoloji gibi doğa bilimlerinin en ilgi çeken ve diğerlerine temel oluşturanı da biyolojidir. Biyolojinin öneminin giderek artmasının nedeni; çevre sorunları, biyolojik ıslah yöntemleri, biyoteknolojik çalışmalar ve tıp alanındaki gelişmelerdir. Örnek: Çevre sorunlarından fosil yakıtları ve getirdiği problemler.

* "Tatlı Sorgun" bitkisinden yakıt olarak yararlanılmaktadır. (Kolonisi fazla ve kükürt miktarı az)
* AZ EMEKLE ÇOK VERİM ALABİLMEK
* SAĞLIK TURİZMİ
* ORMANLAR (YEŞİL ALANLARIN KORUNMASI > EROZYON vb.)
* Yetersiz ve dengesiz beslenme
* Kalıtsal hastalıklar, akraba evlilikleri
* Aile planlaması

Sonuç Olarak; Biyoloji bilgisine sahip olmanın bireyin yaşamına getireceği kolaylıklar ve yararlar aşağıdaki gibi özetlenebilir.
* Kendisini ve çevresini daha iyi tanır.
* Bilinçli yaşar ve sağlığını korumaya çalışır.
* Geleceğe umutla bakar
* Biyolojik zenginlikleri tanır ve onlardan yeterince yararlanmaya çalışır.
* Canlı yapısını ve özelliklerini öğrenir.
* Araştırma duygusunu ve kişiliğini geliştirip toplum içinde daha iyi bir yer edinir.
* Alışverişlerinde ekonomik davranmasını bilir.

Biyolojinin Geleceği
Biyolojik çalışmalar, giderek genetik, moleküler biyoloji ve biyokimya gibi alt bilimler üzerine yoğunlaştırılıyor.
* Önemli çalışmalardan biride KLONLAMA dır.
- Önümüzdeki yüzyılın başında şu gelişmelerin olması beklenmektedir:
* Kalıtsal hastalıklara neden olan genler (kanser, g. tansiyon, düşük tansiyon vb.)
* Canlının ömür uzunluğunu kalıtsal olarak kanıtlayan genlerin kontrol altına alınması.
* Bir canlıda önemli bir özelliği ortaya çıkaran genler, diğer canlıların kalıtsal yapısına eklenerek bazı eksikliklerin tamamlanması.
* Bitki ve hayvan ıslahı, birçok maddenin sentezinin mikroorganizmalara yaptırılabileceği.
* Genlerdeki değişikler sonucu yeni hayvan ve bitki türlerinin ortaya çıkması sağlanacaktır.
* Yenilenme > Doku ve organ nakli vb.
* Gen haritaları vb.

Günümüzde Biyolojinin önemini vurgulamak için dünyaca ünlü Science bilim dergisinin 2000 yılının en önemli bilimsel gelişmelerini içeren listesini incelemek sanırız yeterli olacaktır. Science dergisi Amerika’nın en önemli bilimsel dergilerinden birisidir ve her yıl, geçen 12 ay içinde yapılan dünyanın en önemli bilimsel araştırma çalışmalarını değerlendirmektedir. Simdi 10 önemli bilimsel gelişmeyi kısaca baslıklar halinde verelim.

Genetik kodun çözülmesi
Ribozom haritasının çıkarılması
Elektrik ileten plastikler
İnsanın kökeniyle ilgili yeni bulgular
Kök hücre çalışmaları
Mars’ta su izleri bulunması
Evrenin geometrisinin çıkarılması
Klonlamadaki gelişmeler
Dünyaya yakin göktaşlarının irdelenmesi
Kuantumun gizleri üzerine çalışmalar.

Biyolojinin Alt Bilim Dalları
Botanik ve Zooloji'de daha alt dallar arasında incelenmektedir.

1- Moleküler Biyoloji:
Canlıların genleri, enzimleri gibi canlı hücrelerin yapısını moleküler düzeyde inceleyen bilim dalıdır.

2- Sitoloji: Hücre Bilimidir. Canlıların yapı, görev ve üreme birimleri olan hücrelerin yapılarını ve yaptıkları yaşamsal olayları inceler.

3- Histoloji: Doku bilimidir. Çok hücreli canlıların doku çeşitlerini, yerlerini ve görevlerini inceler.

4- Fizyoloji: Çok hücreli canlıların doku ve organlarının çalışmasını, işleyişini ve görevlerini yani canlılardaki biyolojik ve biyokimyasal olayları inceleyen bilim dalıdır.

5- Anatomi: Canlıların organlarını, yerlerini, işlevlerini ve birbirleriyle ilişkilerini inceler. Kısaca canlıların iç yapılarını inceler.

6- Embriyoloji: Canlıların döllenmiş yumurtadan (zigot) itibaren geçirdiği gelişme basamaklarını inceler.

7- Biyokimya: Canlıların yapısını oluşturan organik maddelerin kimyasal yapısını inceler.

8- Genetik (Kalıtım Bilimi): Canlıların kalıtsal özelliklerini oluşturan genleri, kalıtsal karakterlerin dölden döle nasıl ve hangi oranlarda iletildiğini inceler. Kısaca soya çekim bilimidir. Genetikte bakteri genetiği, insan genetiği ve populasyon genetiği vb. alt bölümlere ayrılır.

9- Evrim: Canlıların milyonlarca yıllık zaman içinde geçirdikleri değişimi inceleyerek yeni türlerin oluşumunu açıklayan biyoloji dalıdır.

10- Mikrobiyoloji: Mikroskobik canlıları inceleyen biyoloji dalıdır.

11- Sistematik (Taksonomi): Canlıların köken benzerlikleri, akrabalık dereceleri gibi özelliklerine göre sınıflandırılmasını yapan biyoloji dalıdır.

12- Ekoloji: Canlıların birbirleriyle ve yaşadıkları çevre ile ilişkilerini inceler.

13- Uzay Biyolojisi: Uzay kapsüllerindeki koşulların (ağırlığın olmadığı, kozmik ışınların bulunduğu) canlılar üzerindeki etkilerini inceler.

14- Parazitoloji: Parazit canlıların özelliklerini inceler.

15- Viroloji: Virüsleri inceler.

16- Patoloji: Hastalıkların belirti ve nedenlerini inceler.

17- Biyometri: biyolojik olayları istatistiksel olarak inceler.

18- Biyocoğrafya: Canlıların yeryüzündeki coğrafi dağılışlarını inceler.

Biyolog Nedir ,Kimdir ?


Biyoloji Bölümü'nden mezun olacak olan öğrenciler Biyolog ünvan ve yetkisi alacaklardır.

Biyolog: En az dört yıllık eğitim veren Fen ve Fen-Edebiyat fakültelerinin Biyoloji Bölümünden mezun olmuş, canlılarla doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili her türlü konuda ve çalışma sahasında araştırma, inceleme, üretim, kontrol yapma ve rapor düzenlemeye Biyolog olarak yetkili kişidir.

Biyologların Çalışma Alanları:
Sağlık hizmetleri veren kurum ve kuruluşlarda her türlü tıbbi analizlerin yapılmasında,
Tıbbi araştırma ve destek ünitelerinde,
Çevre koruma-kontrol, Ekolojik planlama ile ilgili alanlarda,
Biyoteknolojik çalışma yapan kurum ve kuruluşlarda her türlü üretim faaliyetlerinde,
Hidrobiyoloji ve Su ürünleri ile ilgili araştırma ve üretim faaliyetlerinde,
Milli Park kurulusu ve Yaban Hayati Yöneticiliği alanlarında,
Biyoloji eğitim-öğretimi faaliyetleri ve Biyoloji programlarının geliştirilmesinde,
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) Raporlarının hazırlanmasında,
Tarım ve Ormancılık alanlarında temel bilimci olarak,
Gıda Kontrol laboratuarlarında,
Arıtma tesislerinde,
Biyolojik Ürünlerle ilgili standartların belirlenmesinde,
Kriminoloji laboratuarlarında ve Adli Tıpta,
Gümrüklerde ülkeye sokulması ve çıkarılması yasak canlı materyallerin denetlenmesinde görevli Gümrük Biyologu olarak,
Biyomedikal çalışma alanlarında,
İlaç ve ilaç hammaddelerinin, kozmetik ürünlerinin üretimi ve kalite kontrolünde,
Vektör canlıların kontrol çalışmalarında,
Nükleer tesislerde çalışır.

Biyoloji programının amacı canlıların evrimi, yeryüzünde dağılımı, anatomisi ve fizyolojisi
konusunda eğitim yapmaktır. Biyoloji programında dört yıllık eğitim kuramsal ve uygulamalı olarak yürütülür.

Başlıca dallar; botanik, zooloji, mikrobiyoloji, ekoloji başlıkları altında toplanabilir.
Botanik: bitkilerin yapıları, yayılmaları gibi konularla ilgilidir.
Zooloji: hayvanların yapısı, başlangıcı, yayılmaları ve genetiği gibi konuları içerir.
Ekoloji (çevrebilim): canlıların birbirleri ve çevre koşulları ile ilişkilerini içerir.
Mikrobiyoloji: bütün mikroskobik canlılar (bakteriler, virüsler) ile ilgili konuları içerir.
Hidrobiyoloji: sularda yaşayan canlılarla ilgili konuları içerir.

İlk yıl öğrencilere temel bilimler, genel biyoloji (kimya, fizik, biyometri ve jeoloji) konularında dersler verilir. ikinci, üçüncü ve dördüncü yıllarda botanik ve zooloji, hücre biyolojisi, genetik, fizyoloji, anatomi gibi alanlarda dersler verilir. Öğrenciler laboratuarda uygulama çalışmaları yaparlar. Uygulama çalışmalarının bir bölümü de arazide yapılır.

Biyoloji programına girmek isteyen bir kimsenin fen derslerinde başarılı olması gerekmektedir. Biyoloji alanında çalışacak kimse, meraklı bir gözlemci, sabırlı bir araştırmacı olmalıdır. Bu alanda çalışma bazen yıllarca sürecek araştırmaları gerektirir. Onun için, bu alana girmek isteyen bir kimsenin, her şeyden önce, doğayı sevmesi, canlılarla uğraşmaktan hoşlanması ve bilimsel çalışmalardan doyum sağlayan bir kimse olması beklenir.

Biyoloji programını bitirenler "biyolog" unvanına hak kazanırlar. Biyolog genellikle laboratuarlarda canlı veya ölü bitki, hayvan ve insanın hücre veya dokularının yapısını, çeşitli kimyasal etkiler sonucu bu yapıda meydana gelen değişiklikleri inceler.

Biyologlar günümüzde yoğun olarak sağlık bakanlığına ve SSK’ya bağlı hastanelerde, üniversitelerin tıp fakültelerinde, hidrobiyoloji araştırma merkezlerinde, cevre bakanlığına ve orman, tarım ve köy işleri bakanlıklarına bağlı kuruluşlarda; özel sektörde, ilaç ve besin endüstrisinde çalışmaktadırlar. Öğretmenlik sertifikası alanlar milli eğitim bakanlığına veya özel sektöre bağlı orta dereceli okullarda ve dershanelerde öğretmenlik yapmaktadırlar. Biyoloji bölümünü bitirenler, sağlık, çevre sorunları, beslenme ve eğitim gibi alanlarda çalışabilirlerse de iş bulma olanakları sınırlıdır. araştırıcı olarak çalışmak isteyenlerin lisansüstü eğitim yapmaları gereklidir. tarım, tıp, eczacılık, veterinerlik, biyologların uygulama alanlarıdır. Biyologlar, orman, tarım ve köy işleri bakanlıklarına bağlı ulusal parklar ve bahçeler müdürlüklerinde görev yapabilirler. bazı biyologlar maliye ve gümrük bakanlığında görev almakta, gümrüklerde yurtdışına götürülen bitki ve hayvan türlerinin denetimini yapmaktadır.

canlıbilim.com
 

Blogger news

Blogroll

About